Haytalya Tramisu Ballı Gemici Böreği Şeyh-ûl Mahşî Doyuran Pasta

Şeyh-ûl Mahşî

Ana Yemekler / 29 Haziran 2015

Son Yazılar

Koruk Suyu

Koruk SuyuTatil bitti işte.Zaten sayılı gün ne ki, geçip gidiyor.Gördüğünüz,yaşadığınız yanınıza kar kalıyor.İstanbul, ben tatilimi yaptım artık kışı bekliyorum haberin olsun.Şöyle yağan yağmurları,üşümeyi,sıcak çikolata içmeyi ve camdan yağan yağmuru seyretmeyi.Bunlara hazırım artık.Daha çok mutfakta zaman geçirmeyi,yeni tarifleri denemeyi ve sıcak çorba içmeyi özledim.

Seneye Allah sağlık ve huzurla kavuştursun tekrar.Çok şükür sınav streslerimiz bitti.Üniversite sınavlarını,sistemi takip etme hızımız düştü.Bu öğretim yılından itibaren, artık orta öğretimi takip etmeyi bırakıyor,vedalaşıyoruz.Allah sağlık ve başarı ile tamamlamayı nasip etsin,çocukların ikisi de üniversiteli artık.Emekliliğe adım adım yaklaşıyoruz.

Tatil maceralarını sanırım okudunuz.Bundan sonra daha çok yemek postları ile karşınızda olacağım.İlk olarak size koruk suyundan yaptığım, salata sosunu yazmak istedim.Eğer takip ediyorsanız burada yazdığım etkinlikte,üzümden bir çatı altında iftar etmiştik.Sağolsun mekan sahipleri, alabileceğimizi söyleyince olmamış olanlarını topladım.Sularını sıkıp,doğal ekşi olarak kullanmak üzere.Ege’de köy pazarlarında satılır koruk.Ekşi konularak yapılan yiyeceklere,nefis bir tat ve koku verir.Bamya ve salatalar bunların başlıcalarıdır.Hem ekşi bir tat hem de nefis bir üzüm aroması verir.Eğer gittiğiniz,gezdiğiniz yerlerde olmamış üzümlere bakmadan geçiyorsanız,bence bakış açınızı değiştirin ve toplayın.Bu hazineden ve lezzetten mahrum etmeyin kendinizi.

Hazırlaması da çok kolay,yıkadığınız üzümleri meyve sıkacağından geçirip,suyunu çıkarın.Bir kapta bir süre bekletip,tortu kısmının çökmesini bekleyin.Daha sonra süzün ve içine zeytinyağı ve bir miktar tuz ilave edin.Kavanoza koyup buzdolabında saklayın.İhtiyaç duydukça kullanabilirsiniz.

Mutlu ve güzel bir hafta sonu……..

Güler’in Yol Maceraları 4 (Urla,Didim)

UrlaUrlaDidimDidimUrlaDidimBalıklarDidimDidimDidimDidimBu tatilde anladım ki,ben gezgin,göçebe bir ruha sahibim.Öyle herşey dahil tatil köyleri bana göre değil.Öyle akşam yemeğine ne giyip de insem,dur makyaj yapayım,derdi olmadan,bir şort,bir tişört tatil gibisi yok.Adı üzerinde tatil işte,Herşeyden,herkesten uzaklaşma durumu yani.Öyle birbirini süzen,arkasından fısıldaşan ,ne giymiş diye bakan insanlar olmadan.Evet işte bu tam bana göre bir tatildi.Her ne kadar çok yorulmuş olsa da,kendi adına her zaman konfor ve bir yerde konaklamayı seçecek babanga da,inanın biraz söylense de,o da bu tatilden mutlu oldu.Çünkü,kendimizi sıkacak,saatlere sıkıştıracak bir program yapmadan tamamen doğaçlama verilen kararlar ve burayı beğendik bir gece burada kalalım kararları,tam bir özgür ruh hali.Yemek yiyeceğin yeri seçememek,yemek saati geldi mi,kahvaltı saat kaçta kimin umurundaydı.Nerede ne yerim,kaçta yerim benim bünyem karar verdi.İnsan isterse kısacık günlere neler sığdırıyor.Süratle ilerleyen arabada camı açıp,yarı beline kadar çıkıp,rüzgarın uçurduğu saçların havada uçuşurken avaz avaz bağırmak,iyiydi hem de çok iyiydi.

Görmediğim bir sürü yer gördüm.Rüzgar hiç peşimizi bırakmadığı için bizi uçurdu uçurdu.Foça’dan ayrılırken hadi Alaçatı’ya gidelim dedik.Rotayı saptadık ve çıktık yola.İzmir’de Kordon’da bir kahve molası verdik,çıktık yola.Yolda nasılsa ,yolumuz üzerinde hadi Urla’ya uğrayalım dedik.Urla sessiz ve çok sakindi.Çoğu insan tatilini bitirmiş,dönmüştü.Çok istememe rağmen Urla’nın meşhur katmerini yiyemedim,pembe bamyalarından alamadım.Ama rüzgarda bizimle geldiği için,windsurf yapanları izleyip,sessiz ve sakin Urla’yı gezdim.Dedik ki rüzgara, birlikteliğimize biraz ara verelim.Alaçatı’dan vazgeçip,Marmaris’mi Didim ‘mi deyip,Marmaris’i seneye erteleyip,arabada kısa bir konuşmadan sonra yolumuzu Didim’e çevirdik.Yine yolda internetten bulunan, bir tatil köyünü arayıp iki günlük bir rezervasyon ile yola devam ettik.Hiç sevmesem de,dönüş için babangamın,biraz dinlenmesi için tatil köyü krizine girip,iki gün herşey dahil çarkında döndük.Aslında olaya çok da fazla girmedik.Zaten akşam saatinde ulaştığımız, Didim’de o gece konaklayıp,ertesi gün için bir tekne turu ayarlayıp,o günü sonlandırdık.Ertesi gün,Didim’in koylarını gezdik.Cennet Adası,Çamlık,Akvaryum.Deniz muhteşem.Hele Çamlık koyu gerçekten gidip görmeye değer bir yer,Balıklarla birlikte yüzüp, bol bol çam havası alabileceğiniz bir yer.

Bu sene ki tatil çok ama çok güzeldi.Evden haraketle,Çanakkale,Geyikli,Bozcaada,Eski Foça,Urla ve son durak Didim.Arada amaçsızlık da güzel.Sürekli saatle yaşamak,her güne bir program,iş,ev sığdırınca,bu iyi geldi.Didim,güzel ama belki mevsim sonu itibari ile çok hareketli olmayan bir tatil beldesi.Biz Akbük koyundaydık.Deniz sığ,koy olmasından dolayı sakin.Hareket isteyenler daha çok Altınkum tarafını tercih etmeli,orası daha eğlencesi bol bir yer.

Neticede sayılı gün çabuk geçer misali geçti gitti.Bu tatil de hafızalarımızda,güzel anılar bırakarak,hafıza kütüphanesinde yerini aldı.

En son şunu diyebilirim ki,Ege gerçekten insanı kendisine aşık edecek bir iklime,doğa örtüsüne ve yemek kültürüne sahip.Tarih oralarda tavan yapmış.Öyle birkaç güne sığmayacak kadar zengin bir kültürü var.Bizimkisi bir parmak bal misali oldu.Aklında en çok ne kaldı derseniz,Eski Foça ve Bozcaada diyebilirim.Ben de bu deli ruh olduğu sürece,macera bitmez.Şimdilik benden bu kadar.Umarım okuyanlar biraz da olsa fikir sahibi olmuş,yazılardan faydalanabilmiştir.

Haa dönüş yolunu anlatsam gülmekten kırılırsınız o da başlı başına bir maceraydı.En son babanga artık,İstanbul’a kadar, durmam deyip ağırlığını koydu.Ama o ana kadar,domates,kavun,peynir,yemek,çay,kahve,hatta arabada çikolata yerken,kirlenen tişörtümü değiştirmek için bile, çoktan durmuştu.

Sevgiyle……………….

Didim

Güler’in Yol Maceraları 3 (Eski Foça)

İyon Pansiyonİyon Pansiyonİyon PansiyonMandalina AğaçlarıSakızlı DondurmaBalıkçı HaliilTaş EvlerTaş EvlerMarsilya'ya Giden Geminin TarihiMarsilyaya GitmişBalıkçı HeykeliEski FoçaEski Foça DenizKuşbakışı Foça Orak AdasıEfsanelere inanırmısınız?Geçmişten gelen yalan yanlış belki de gerçek pek çok efsane vardır anlatılan.Bu da Foça’nın efsanesi rivayet o ki;Karataş Efsanesine göre

150 yıl önce Küçükdeniz’de Panayot adında bir balıkçı ve eşi Eleni yaşıyordu Panayot ailesinin çocukları yoktu; buna rağmen mutlu yaşıyorlardı. Panayot her sabah erkenden balığa çıkar, akşam üzeri balıkları sattıktan sonra, balıkçı kahvesine takılır, gittiğinde de bir duble erik rakısı içmeyi ihmal etmezdi. Pazar günleri karısını alır, küçük kiliseye giderek dualarını yaparlardı.
Büyükdeniz’de de Hüseyin adında bir balıkçı ve eşi Hatice vardı. Hüseyin dinine bağlı bir insandı, Cuma günleri Kale içindeki mescide gider, namazını kılardı. O da her gün balığa çıkar, dönüşünde balıkçı kahvesine uğrardı. Kötü havalarda ağlarını tamir eder, diğer balıkçılarla birlikte atalarının efsane ve hikayelerini anlatırlardı. Hüseyin ve eşi de bir çocuk sahibi olmanın yuvalarını şenlendireceğini hayal ederlerdi.
Panayot ve Hüseyin birbirlerini şahsen tanırlardı ama ailece birbirlerine gelip gidecek samimiyetleri yoktu. Bir gün Orak adası civarlarında balık avlarken birbirlerine “Rasgele dileklerinde bulundular. Ve o günkü kısmetlerini beklemeye başladılar. Akşam saatlerine doğru hava birden değişti ve patladı. Geri dönmek için ağlarını topladılar ve Foça’ya hareket ettiler. Ancak ne var ki Panayot’un sandalı dalgaların sıçrattığı sulardan arıza yaptı ve dalgalar onu sürüklemeye başladı. Hüseyin onu görünce çark etti ve yardımına koştu Panayot’un sandalını Hüseyin’inkine bağladılar ve kazasız-belasız Küçükdeniz balıkçılar kahvesine kapağı attılar. Sıcak çaylar içilirken birbirlerine sigara ikramında bulundular. günden sonra iki can dost oldular ve aile ziyaretlerine başladılar.
Aradan altı-yedi ay geçtiğinde Panayot, Hüseyin’e eşinin bir çocuk beklediğini anlattı O gün akşam Hüseyin eşine durumu anlatınca, Hatice de hamile olduğunu söyledi.
Çocukların doğumu yaklaştıkça heyecan arttı. Nihayet bir gün ara ile ikisinin de birer çocuğu oldu. Panayot’un erkek çocuğu Talaşa, Hüseyin’in kız çocuğu Deniz adını aldı Talaşa Rum dilinde Deniz anlamına geliyordu. Bu tesadüften etkilenen arkadaşlar Hüseyin’in çocuğunu Migalo Talasa-Büyük Deniz, Panayot’un çocuğunu Mikro Talasa – Küçük Deniz diye çağırmaya başladılar.
Aradan yıllar geçti, çocuklar büyüdü, serpildi ve aralarında gizli bir aşk başladı. Çocuklar, babaları denize çıktığı zamanlarda, şimdiki Köprübaşı denen yerde birlikte oturuyorlardı. Burada bir dere akıyor ve orada esmer bir kaya parçası, “karataş” duruyordu
Nihayet bir gün ailelerine birbirlerini sevdiklerini, evlenmek istediklerini söylerler. Bu durum karşısında Panayot ve Hüseyin ne söyleyeceklerini şaşırmışlardı. Çaresiz çocukları nişanladılar.
Talasa geleceğini balıkçılıkta görmüyordu, İzmir’e çalışıp para kazanmaya gitti ise onu beklemeye başladı. Aradan yıllar geçti, Talasa dönmedi. Deniz, her gün Karataş’ın üzerinde oturur, hayaller kurardı. Bir gün ümitsizlikten hasta olup yatağa düştü ve Büyükdeniz’in ruhu Foça’yı terketti.
O günden sonra Talasa ve Deniz’in aşkları Foça’da uzun zaman söylendi, dilden dile anlatıldı. Panayot ve Hüseyin Karataş’ın olduğu yeri düzelttiler. Ortak dilekleri şuydu: “Kim ki Makro Petra-Karataş’ın üzerinden geçerek Foça’ya gelirse, yeri meçhul bu taşa ayak basarsa, Foça’ya olan tutkuları artsın ve Foça’ya kuvvetli bir bağla bağlansınlar.

İnanmak ya da inanmamak size kalmış.Ben etkilendim doğrusu.Aslına bakarsanız,Foça’dan daha doğrusu Eski Foça’dan etkilendim.

Foça eski ve yeni Foça olarak iki bölüm.Eski Foça’da daha çok yerli halk yaşıyor ve kışın da burası Yeni Foçaya göre yaşayan bir şehirmiş.Yeni Foça daha çok yazlıkçıların,yazlık sitelerin olduğu bölüm.

Foça tam bir balıkçı kasabası.Hatta yukarıda resimlerde de görebildiğiniz gibi Cumhuriyet Meydanın’da kocaman balıkçı heykeli var.Balık Hali tam sahilde ve sürekli bir insan kalabalığı mevcut.Balıklar canlı canlı.Zaten sahilde yürüdüğünüzde iki taraf da balıkçı tekneleri,sandalları ile dolu.Ağlar,kasalar yığınla.Akşamları bir huzur dolu,hani şu Türk filimlerinde balıkçı kasabaları olur ya o misal.Turizm açısından da oldukça zengin.En meşhur yemeği,sarımsaklı yoğurt ile servis edilen kupa balığı.Ha bu arada Nazmi Usta’da bir sakız dondurması yedim ki anlatmak mümkün değil.Pek çok dondurmacı var ama bu dükkanın önünde ciddi bir sıra var.O kornetin kokusu insanı sarhoş ediyor.Bizim şansımız Foça’da olduğumuz gün çok rüzgar vardı.Yapmak istediğimiz tekne turuna çıkamadık.Eğer tekneler çıkabilseydi,Orak adası,belli bir konumdan bakıldığında profilden Atatürk’ün yüzüne benzeyen hayırsız ada,hikayesi antik çağlardan günümüze ulaşan,Akdeniz Fokları koruma alanı ve yaşam yerleri,Siren Kayalıkları,Eski ve Yeni Foça arasında bulunan Ayani koyu,Fener Adasını tekne ile görebilecektik.Ama o rüzgar ah o rüzgar izin vermedi.

Bu arada deniz o kadar temiz ki görmeniz lazım.Sahildeki sandallar sanki havada duruyormuş gibi bir his uyanıyor baktığınızda.Kısacası Foça gitmeye ve görmeye değer çok güzel bir yer.

Bu arada yine tamamen doğaçlama olarak bulduğum İyon Pansiyon,çok ama çok güzel bir konaklama yeri.Taş bir bina.Ana yüzü resimde gördüğünüz şekilde,içeri girdiğinizde taş bir koridorla bahçeye çıkıyorsunuz.Sanırım 8 oda var.Mandalina,ayva ağaçları arasında,Her odanın önünde kendine ait şirin küçük masa ve sandalyeleri var.Sessiz ve huzur dolu.Bir aile işletmesi ,son derece sıcak ve güler yüzlüler.Ön tarafta, kahvaltınızı edip,çayınızı ve kahvenizi yudumlayabileceğiniz rengarenk bir yer.Ayrıca koridorda baya bir kitaplığı var istediğiniz kitabı seçip okuyabiliyor,İstediğiniz tabu vs oyunu alıp oynayabiliyorsunuz.

Kısacası her gittiğiniz yerden aklınızda birkaç birşey öne çıkar ya Eski Foça’da aklımda kalanlar,muhteşem denizi,hiç durmayan rüzgarı ve kaldığım İyon Pansiyon oldu.Güzel anılarla ayrıldık oradan,ama sanırım o karataşa bir yerlerde denk geldik ve bastık.Çünkü oradan çıktığımız andan itibaren seneye direk Foça’ya gitme planları yapmaya başladık.

Siz de bir gün Foça’ya giderseniz kimbilir belki Karataş’a siz de basabilirsiniz.

Sevgiyle………

Sandal

Güler’in Yol Maceraları 2 (Bozcaada)

Mavi BoncukMeydanDaracık SokaklarÇiçekli EvlerSokaklarEvlerCamiKiliseKapılarAdonisAkvaryum KoyuYeldeğirmenleriBabanganın gözünden benYeldeğirmenlerinde gün batımıBu ne yapıyor diye sorabilirsiniz kendinize.Tatil mi,yoksa başka bir şey mi?Boşver ne uğraşıyorsun kim okuyacak da diyebilirsiniz.Ben bir yere giderken,oraya daha önce gitmiş olan insanların yazdıklarını okuyor,ya da soruyorum.Çünkü yaşanmışlıklardan tecrübe edinip bir ön bilgiyle,gittiğim yerde çok daha kolay yön bulabiliyorum.O nedenle arzu eden okuyup bilgilensin,etmeyen es geçsin.Dahası herzaman dediğim gibi neysem oyum.Kendimi farklı gösterme çabam ve hevesim yok.Çektiğim o kadar çok fotoğraf var ki,sadece birkaçını buraya koyabildim.

Bozcaadaya ilk kez gittim.Ama gidenlerden çok duydum.Gittiğim ve gördüğüm için de son derece mutluyum.Aynen beklediğim gibiydi.Ada havasını,ortamını zaten çok severim.Ciddi bir Büyükada aşığıyım zaten.Daha önce de burada ki yazımda okuyabileceğiniz gibi Cunda’ya da aşık olmuştum.Dahası bir kez daha kalbim Ege’de kaldı.Ege doğasıyla,havasıyla ve bereketli topraklarıyla başka bir şey.Halkı son derece samimi ve sıcak.Yemek kültürü çok fazla ve lezzetli.Balığı,değişik otları,mezeleri bir başka sanki.

Geyikli sahilinden,saat başı,adaya feribot var.Biz biraz sezon sonuna kaldığımızdan sakin olur diye düşünürken,şarap tadım günlerine denk gelmişiz.İnsanların bu tarihe önceden yaptırdıkları rezervasyonları varmış.Fakat bu etkinlik,Şehitlerimizin anısına saygıdan dolayı, iptal edilmiş.O nedenle oldukça kalabalıktı.Fakat ada baya büyük olduğundan ,öyle omuz omuza bir durum da yoktu.Zaten bütün kalabalık akşam meydanda toplanıyor.Bütün restaurantlar,cafeler,alışveriş mekanları,şarap dükkanları da meydan da zaten.Ada halkı son derece rahat ve sakin.Öyle kimse kimseye gözünü dikip bakmıyor.Herkes gönlünce ,özgür bir biçimde hareket etme durumuna sahip.Heryerde hafiften kulağınıza rum şarkıları çalınıyor.Eski Türk sanat  müziği de geliyor gerilerden kulağınıza.Meydanda ki eski kahve,ada cafe hep dolu.Önünde ki incik boncukcular baya bir iş yapıyor.Kadının çok olduğu yerde,bu tip şeyler satmak oldukça akıllıca.Adaya özgü reçel çeşitleri satan bir sürü insan var.En ilginci de domates reçeli,içi bademli.Tabii ki satın aldım.Şarap satan onlarca dükkan var.

Gittiğimiz gün,kısa bir ada turu yaptık önce.Akvaryum koyu ve Ayazma Plajı bunların en önde gelenleri.Çok rüzgar olduğu için denize girmeye cesaret edemedik doğrusu.Ben şöyle bir deneyimleyeyim dedim ama ancak ayaklarımı sokabildim.Deniz oldukça soğuktu.Akvaryum koyu,gerçekten akvaryum gibi.Deniz son derece temiz ve davetkar.İşi bozan sadece rüzgar ve bizim belki de buna biraz geç kalmış olmamız.

Ayazma plajı oldukça kalabalıktı.Burası daha az rüzgar aldığından ,denize girmeye daha uygundu,fakat biz o akşam üzeri saatini,plaja karşı,yemek yiyerek değerlendirdik.Gün batımı için oraya özgü adet,yeldeğirmenlerine şarabınızı alarak çıkmak.Gün batımına karşı,şarap yudumlamak çok keyifliydi doğrusu.Cunda’da da, Şeytan sofrasında batan güneşi alkışlarla uğurlamak gibi, buranın geleneği halini almış,ne de olsa Bozcaada bir şarap cenneti.Ada halkının geçim kaynağı,üzüm,bağcılık.Nereye baksanız üzüm bağlarıyla dolu.Hatta iskelede çavuş üzümleri kasalarla satılıyor.Ah eve geliyor olsaydım bir iki kasa alacaktım ama,henüz geri dönüşe geçmeye niyetimiz yoktu.

Aslına bakarsanız Bozcaada bana daracık sokakları,evlerin konumu,şekli itibari ile hep Cunda ya da diğer adıyla Ali Bey Adasını çağrıştırdı.O kadar huzurlu ki insan o sokaklarda kaybolup gitmek istiyor.Hoş kaybolsanız da,kimse sizi bulmaz,çünkü ada halkı o kadar relax.

Tamamen rezervasyonsuz gittiğimizden,konaklama için hiç bir planımız yoktu.Aslında konaklamaya niyetimiz de yoktu.Fakat ada havası o kadar büyülü ki gece de o havayı teneffüs etmek istedik.O daracık sokaklarda yürürken,Türk mahallesinde İlk gözüme çarpan yer oldu Adonis Pansiyon.Taş bir bina,girişi sanki insanı içeriye çağırıyor.Ana kapıdan girince sanki bir eve girmiş gibi hissediyorsunuz.Koridor şeklinde yolu devam edince,arka bahçeye çıkıyorsunuz.Arka bahçe,biber saksıları,nar ağacı,kayısı ağacı ve bir sürü yeşillikle dolu.Küçücük masalarda oturup,çayınızı yudumlamak çok keyifli.Bir aile işletmesi zaten ,içerisi misler gibi kokuyor tertemiz.Nurcan Hanım ertesi sabah teras da bir açık büfe kahvaltı hazırladı,karpuz reçelinden,şeftali reçeline,üzüm,gül,gelincik,incir reçeline kadar,menemen,biber kavurma,kek,börek sadece birkaçı.Çok memnun kaldım,gerçekten gidenlere gözü kapalı tavsiye edebilirim.

Akşam yemek yemek için biraz zor yer bulduk doğrusu,önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş bu da aklınızda olsun.Bütün arka sokakları ve sahili dolaşarak nihayet iki kişilik bir yer bulduk.Yosun restaurant,bol mezesiyle,ege otları ve balıklarıyla güzel bir yer.Gitmeden önce herşey için pazarlık etmem söylenmişti.Gerçekten de doğru ,pazarlık payı bırakıyorlar.Gerçi bütün yemek yiyebileceğiniz yerlerde menüler ve fiyatlar asılı ama yine de pazarlık edebiliyorsunuz.Biraz komik ama eğlenceli oluyor.

Kısacası biz çok mutlu ayrıldık Bozcaada’dan.Tekrar gidip daha uzun kalabilir hatta orada yaşayabilirim.Gitmeyenler gitsin görsün..

Bozcaada’da güneşi aşağıda gördüğünüz şekilde batırdık.Yola devam ediyoruz.Bakalım bir sonra ki gün güneşi nerede batıracağız.Sevgiyle kalın.

Ha bu arada ben gün batımını seyrederken babangam beni seyrediyormuş sanırım.Onun günü herhalde benim gözlerimde batıyor…….

 

Yeldeğirmenlerinde gün batımı