Haytalya Tramisu Ballı Gemici Böreği Şeyh-ûl Mahşî Doyuran Pasta

Şeyh-ûl Mahşî

Ana Yemekler / 29 Haziran 2015

Son Yazılar

Her Köy Benim Köyüm

Dünyada en çok gitmeyi istediğiniz yer neresi sorusu 3. gün #blogfırtınası  ödev sorusu.Ben her zaman dediğim gibi  öncelikle ülkemi karış karış  gezmek isterim.Batısından doğusuna,kuzeyinden güneyine.En küçük bilinmeyen köylerini bilmek, insanlarının ellerini tutup gözlerinin ta içine bakmak isterim.Sanırım ben şehirli olamadım çok.Ruhum köylü,yer sofralarını,aynı tabaktan yenilen yemekleri seviyorum.Sofra bezlerine onun üzerine konulan kasnağa,ve siniye aşığım.

O Köy Benim Köyüm

Hatta mümkünse gittiğim köyde,elektrik bile olmasın.Gaz lambası aydınlatsın ortamı,tuvalet evin dışında olsun mümkünse,gecenin bir vakti en yakınımdakini uyandırayım benimle dışarıda ki tuvalete gelmesi için.Hatta dışarı çıktığımda korkup,üşüyerek içeriye koşayım o sıcacık sobanın başına ,ağır yün yorganın altına girivereyim huzurla.Sabah olunca sönmüş sobanın ,dehşeti ile ellerim donarak uyanayım.Horoz sesleri kulağımda melodi,evin dışında konuşan iki ihtiyarın mırıltısı ilk duyduğum sesler olsun güne dair.Yeni güne yeniden yanıp ,çıtırdayan sobanın sıcaklığı ve huzuruyla başlayayım.Bir tas yoğurtla yediğim köy ekmeği damağımı şenlendirsin ,bir bardak demli çayla merhaba diyeyim köyüme köyüm insanına.

Sonrası ,çantam sırtımda ,coşkuyla çıkayım o daracık sokaklarına bilinmeyen köylerin.Merhaba diyeyim ülkem insanı merhaba ben geldim huzurunuza.Hangi ilin hangi köyü ne önemi var ki?

O köy ki girişinde sağ kolda büyük ceviz ve çağla ağaçlarının gölgesinde son mekanlarına yerleşmiş huzur içinde yatanların sizi karşılayıp,bir dua karşılığı selametle uğurladığı bir köy.Hemen ilerisinde köy camisi ve tek kahvehanesi ile toplanma yeri.Yazın kapı önüne atılmış bir sandalyede tespih çeken köy ihtiyarları,kışın aynı işi soba başında muhabbetle sürdürüp giderken,gençlerin çok da giremediği bir mekan burası. Nedeni saygı.Büyüklerin olduğu bir ortamda belki çok rahat edemediklerinden belki de onlara saygıdan, onlarla aynı ortamı paylaşmamaya dikkat ettiklerinden kim bilir.

Evler yol kenarında sıra sıra diziliyken ara sokaklara girdiğinizde durum biraz daha karmaşık.İrili ufaklı tek katlı,iki katlı avlulu avlusuz,bakımlı bakımsız evler.Evlere bakınca az çok o hane hakkında fikir sahibi oluyorsunuz.Durumu iyi olanların avlusunda onların tabiriyle bir taksi (özel araba)duruyor.Arabalar buralarda göremeyeceğiniz modellerde ancak oralar için lüks sayılabilecek nitelikte. Eskisi gibi hayvan besiciliği pek yok.Gençler okuyup büyük şehirlere gitmeyi tercih ettiğinden köyde kalan yaşlılar kendilerine süt verecek bir iki hayvan dışında besicilikten vazgeçmiş.Evlerin avlularında bir ocak var. Hala ekmeklerini imece usulü bu ocaklarda pişiriyorlar. Her şeye rağmen hala kışlık erzaklarını yazdan kurutup, kilerlerinde saklıyorlar. Ne olur ne olmaz. Ya kötü bir kış geçerse korkusuyla, yaptıkları peynirler yufkalar dizi dizi kilerde göz alıyor. Basit hem de çok basit ama çok içten. Çünkü emek var, sevgi var. İsraf nedir bilmiyorlar. Üst baş, sıradan ama tertemiz, özel bir şey olursa sünnet düğün ya da mevlit gibi daha özenli tülbentler örtülüp, daha renkli yelekler ve patikler giyiliyor. İnsan bakarken özeniyor, kendi durumundan rahatsızlık duyuyor. Manikürlü tırnaklar ilk kez rahatsızlık veriyor. Bakım diye bildiğimiz çoğu şey lüzumsuz geliyor, kınalı çatlak ellerin yanında.

Büyük küçüğü koruyor, küçükler konuşurken büyüklerin yüzüne bakamıyor. Hala gece dışında evlerin kapıları kilitlenmiyor. Bir ip sarkıyor kapıdan ,çektiniz mi kapı ardına kadar kalpleri gibi açılıveriyor. Gece kilitleme sebepleri de yoldan geçen yabancıların çoğalması. Bu yabancıların çoğalma nedeni de köyün az ilerisinde ki alabalık üretme çiftliği. Hem destekleyip onaylıyorlar kalan gençler için ,hem de bu yabancı çokluğu rahatsızlık veriyor.Çünkü yıllardır olaysız,korkusuz yaşamaya alışmışlar. Dış dünyanın kötülükleri kötü elleri oralara uzanamamış henüz.Tertemiz sade bir hayat yaşıyorlar hala.Her ev ,her insan misafir canlısı birine gidip diğerini es geçtiniz mi gönül koyuyorlar.Evlerine gelen herkese sofraları açık bir tas çorbaları bir tabak yemekleri hep var tanrı misafirleri için.Hiç bir şey olmasa dolaplar  yemeye alışık olmadığımız saflıkta yoğurt ve peynirle dolu yanına bir somun ekmek oldu mu çayla şenleniyor sofralar.

Farkında olmadan usulca insanlık dersi verir biçimde gülüyor yüzleri.

Orası uzakta ama hep içimde yaşattığım bir köy, benim köyüm.

Sevgiyle

Yüksük Çorbası

Bana göre dün itibari ile sonbahar ve kış yer değiştirdi.Belki geç bile kaldı ,Sonbahar gitmekte.Veda ederken baya zorlandı sanki.Hoş biz kendisinden çok hoşnuttuk.Kızıllığını,sarı kahve renklerini,romantikliğini,dokunan ama rahatsızlık vermeyen serinliğini,yağmurlarını çok sevdik yine.Bir sonra ki Sonbahar’a kadar öpüşüp ayrıldık kendisiyle.Selametle gitsin.Yüksük ÇorbasıBu durumda hoş geldin Kış.Oldum bittim severim seni.Belki de kışın ,dize kadar karın olduğu bir Ocak günü doğduğumdan mı bilmem,severim işte.Sevmek için bir sebep de gerekmez aslında.Ama mutlaka bir sebep sorana derim ki,soğuk sokaklardan sıcacık bir eve girmenin huzurunda,elimi yakan ince belli,dumanı üzerinde bir çay keyfinde,lezzetli sıcacık bir tas çorba pişirip kokusunda huzuru,damağımda lezzetini hissetmede şükrederim kışa,kış çocuğu olduğuma.Derim ki belki de soğuk çok soğuk bir günde doğduğumdan sıcacıktır kalbim.:)

Bugünkü yazım için rastgele elime alıp ,yine rastgele açtığım sayfa da yazan cümle;

”Çoğumuzun yaptığı bize verilen rolleri oynamak.Hayatın aktörleri ve aktrisleri gibiyiz.Peki,yönetmen koltuğuna hiç oturmayı düşündünüz mü? ”

Şimdi bu bir tesadüf mü? Dün yazdığım yazıya buradan bir göz atarsanız ,göreceksiniz ki biri sanırım bana şaka yapıyor.Ben yıllarca başkalarının yazdığı oyunları oynadım zaten.Sevmiyorum ,kendim yazmalıyım kendi rolümü.Çünkü karakterime en iyi oturan rolü benden iyi kim bilebilir ki?

Bir Varsa Bir Yoksa Ne Ola ki?

Blogcular arasında #blogfırtınası başlatılmış.Geri durmak olmaz.olmaz. Blogcuysan yazacaksın.Aslında bana göre ne yazdığının da çok önemi yok.Beğenen okur,beğenmeyen geçer.Herkes her şeyi beğenecek diye bir şey yok.Aralık ayı boyunca farklı konularda isteyen yazacak.Yazdığını #blogfırtınası hashtangiyle paylaşacak.Eminim güzel şeyler çıkacak ortaya.En azından farklı yazarları ve konuları takip etme imkanımız olacak.Ayrıntı isteyenler buraya bakabilir.Bir Varmış Bir YokmuşBugün yazımız ”Bir Varmış Bir Yokmuş” diye başlıyor.Aslında bir değil çok şey varmış,hiç bir şey yokmuş şu hayatta ama neyse varmış gibi yapalım mahsusçuktan.

Bir varmış bir yokmuş bir zamanlar.Hayata gülen gözlerle bakan biri varmış.Çocuk bu ya hayaller gerçek,gerçekler hayalmiş.Hayat güzel ve anlamlıymış.Ona anlam kazandıran bir sürü şey varmış hayatında.En sıkıldığı zamanlarda hayal dünyasına dalar ,düşünerek mutlu olurmuş.Hayatın zorluklarından,ters köşe yapan çalımlarından ve çelme takmayı meziyet sananlardan haberi yokmuş.Bir gün karşısına çıkan,daha doğrusu hep karşısında olan biri hayatının merkezi oluvermiş.Öyle kolayca da olmamış aslında.Hayatının ilk ve en büyük mücadelesini vermiş belki de ,anlamış ki hayat hayal edildiği gibi değil.Ama bünye inata meyilli,olmaz denileni yapmayı sever bir kişilik.Olduruvermiş olmazı.Ama geçilen yollar,yaşanan olaylar incitmiş ruhunu,insanlara güvenini kırıvermiş bir parça.Ama dedim ya bünye sağlam yanında durana vermiş sırtını,dik durmuş,yenilmemiş.İlerleyen zamanlarda masala yeni karakterler girmiş.Minik ,yumuk gözler,minik eller ayaklar daha bir bağlamış hayata.

O minik eller büyüdükçe ,masalın kahramanı da onlarla beraber büyümüş,Öğrettiği kadar öğrenmiş.Mesela yıllar sonra ,balıklama dalıvermiş iş hayatı denilen o tiyatro oyununa.Bir bakmış ki burada her şey farklı.Kurallar,insanlar,sahnelenen oyun hep farklı.Kulislerin varlığını orada keşfetmiş.Uyum sağlayıp ,araya kaynamaya çalıştıkça kendi içinde eriyip yok olmuş.Günler ay,aylar yıl olmaya başlamış.Kendince bir hile yapıp bir aralık kapı bulmuş kendine.Başlamış o kapıdan kaçak kaçak geçip ruhunu eğlendirip dinlendirmeye.Ama masal bu ya her gün bir sayfa okuyup uykuya geçmesi gerekirken,bir sayfa yetmemeye başlamış.bir sayfa bir sayfa derken kitabın tümünü okumak istemiş.İşte o anda vermiş kararını.Kendi kitabını yazmak için çıkmış yola ve işte tam da o anda başlamış belki de masal.Yani,

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

BAKALIM KİMLER NE KADAR OLUP NE KADAR YOKMUŞ

Sevgiyle….

Gaggenau ve Gabriele Sponza ile

Markaların etkinliklerine fırsat buldukça katılmaya çalışıyorum.Bu etkinliklerin bazıları eğitici,bazıları eğlenceli,bazıları da hem eğitici hem de eğlenceli geçiyor.Bu, etkinliği düzenleyen arkadaşların,markanın,etkinliğin yapıldığı mekanın enerjisine ve katılımcılara verilen değere göre değişebiliyorGaggenauGaggenau davetiye gönderdiğinde heyecanlanmadım desem yalan olur.Çünkü işin içinde Gaggenau olduğu gibi 24Kitchen ve sevilen şef Gabriele Sponza vardı.Bu tip ortamlarda yaratılan sinerji ve paylaşımları seviyorum.Bir enerji patlaması oluyor resmen.Şef Gabriele Sponza’ya gelince aynen göründüğü gibi,son derece sempatik ve eğlenceli.Bu kadar çok bayanın arasında ilk başta biraz şaşırmış olsa da ,ilerleyen saatlerde ,bizim kadar o da eğlendi.Hatta beni taklit etti.Nasıl mı? Aşağıda ki pozu vererek.Beni tanıyan tüm arkadaşlarım aşağıda ki pozu benim yıllar önce verdiğimi hatırlayacaklardır. 🙂

Gaggenau son derece güzel hazırlanmış ve hem yapılan etkinliğe hem de davetlilere gereken önem ve değeri vermişti.Öncelikle bunun için kendilerine çok teşekkür ediyorum.

GaggenauGaggenau’nun hikayesinin ,başlangıcının bir çivi olduğunu biliyormuydunuz? Bize verilen bilgilerde şöyle yazıyor;

Bugün dünyada 330. yaşını kutlayan benzersiz bir marka olan Gaggenau’nun tarihi 330 yıl önceye dayanıyor. 1683 yılında Margrave Ludwig Wilhelm Von Baden tarafından dövme demir ve çivi üreten bir işletme olarak kurulan Gaggenau, tarım makineleri üretimi, demir yolları yapımı derken, 1879 yılında ürettiği ilk gazlı ocaklarla mutfaklarda devrim yaratmayı başarıyor. Bugün, ürünlerini 5 kıtada, 50 ülkedeki tüketicilerine sunan Gaggenau, ürünleriyle adeta bir hayat tarzı yaratmış 330 yaşında bir marka.

Gaggenau, o çiviyi sembolik olarak yapmış ve üzerine de 1683 yazmış.O çivi şimdi blogerlarda.

PicMonkey CollageYemeklere gelince Şef Gabriele nefis bir Kuzu Bonfile yaptı bize.Tel kadayıfa sarılı lokum gibi bu etlerin görüntüsünü o gün sizlerle paylaşmıştım.Tarif isteyenler için;

Malzemeler:

7 adet kuzu bonfile

2 su bardağı tel kadayıf

1 yarım çay bardağı pekmez

1 yarım çay bardağı nar ekşisi

2 dal biberiye

2 diş sarımsak

1 tatlı kaşığı tuz

1 tatlı kaşığı çekilmemiş karabiber tanesi

Sarımsakları çok ince doğrayın ve nar ekşisi ve pekmez ile karıştırıp bir sos hazırlayın. Bonfileleri bu sosa batırın ve bir tavada her iki tarafını da 1 dakika pişirin. Bonfileye ince kıyılmış biberiye serpiştirin ve tel kadayıfa sarıp kızartın.

Bir de Tarçınlı,Zencefilli Kurabiye vardı ki

Gaggenau

Malzemeler:

280 gr çok amaçlı un

4 gr öğütülmüş zencefil

5 gr kabartma tozu

2 gr öğütülmüş tarçın

1 gr öğütülmüş karanfil

2 gr tuz

165 gr yumuşatılmış margarin

200 gr beyaz toz şeker

1 yumurta

15 ml su

60 ml pekmez

25 gr beyaz toz şeker (ayrıca kullanılacak)

Yapılışı:

Fırını önceden 175 derecede ısıtın. Unu, zencefili, kabartma tozunu, tarçını, karanfili ve tuzu bir kabın içine koyarak kenara ayırın. Büyük bir kabın içinde margarin ve bir bardak şekeri kabarıncaya kadar çırpın. Yumurtayı içine kırıp ardından suyu ve pekmezi ekleyin.  Yavaş yavaş önceden ayırdığınız malzemeleri hazırladığınız karışıma ekleyin. Hamuru orta boy ceviz büyüklüğünde iki yemek kaşığı şeker ile birlikte yuvarlayınız. Yuvarladığınız hamurları yağlı fırın kağıdının üzerine aralarında mesafe bırakacak şekilde dizin. 8-10 dakika kadar önceden ısıtılmış fırında pişirin. Fırından çıkardıktan sonra başka bir tabağa almadan önce 5 dakika kadar soğuması için yağlı pişirme kağıdında bekletin.

Her şey için katkısı bulunan herkese tekrar teşekkürler

Sevgiyle….