Eskiyi özlediğiniz olur mu hiç? Eski evleri,eski insanları,yaşadıklarınızı,eski eşyaları.Ben bazen çok özlüyorum doğrusu eskiyi.Eski diyorum ama aslında dün kadar da yakın.Mesela bu reçeli yaparken,aklıma rahmetli anneannem geldi.Uzun boyu,narin incecik yapısı,kibar tavırlarıyla.Düşünüyorum da ,bu kadar narin ve ince insan arasında ben niye bu kadar narin olamadım diye.Sanırım bunda da ,babamın ve rahmetli canım Annem’in rolü var.
Hiçbir zaman bana kırılacak bir biblo gibi davranmadılar.Herzaman her zorluğu ve işi başarabilecek doğrultuda,biraz erkek gibi mi yetiştirdiler acaba.Ya da yapım mı bu bilmiyorum.Çocukluğumdan beri hep olduğum gibi oldum.Öyle makyaja,süse hevesli değildim.Aksine bisiklete binen,sokakta kızlardan çok erkek çocuklarla oynayan bir çocuktum.
Neyse,asıl anlatmak istediğim şimdi olmayan,depremde yıllar önce yıkılıp giden, şimdinin dubleks tabiri ile iki katlı ,içi kireç boya ile boyalı ,kapıları yeşil renkli önünde asmasıyla hala hafızamda capcanlı duran,anneanne dede evi.
Şimdi ben anlatayım siz hayal edin.Arnavut kaldırımlı bir cadde ile sokak arası yol üstü.Dediğim gibi önünde ta , en yukarıya uzanan bir asma ve asmanın gölgesinde kalan küçücük camlı bir ev.Evin oturduğu alan büyük aslında.İki ana kapısı var.Soldaki bizim ihtiyarların,sağdaki de dayımla yengemin.Anneannemin sokağa bakan ana kapısı tahtadan.Tahtaların arası açık neredeyse.O kapıdan girince,taş bir avlu.Koridor şeklinde,hemen sağında evin ana kapısı.Soldan gittiğinizde,yandaki bina ile bitişen evin duvarı , bir kişinin geçebileceği bir açıklıkla arka tabir edilen,hatırladığım kadarıyla 4 göz olarak bölünmüş üzeri betonla kapalı ki ,oraya çıkmak için bir tahta merdiveni dayamak gerekiyor,başka bir alana açılıyor..Bu merdivenle dama çıkma amacı çamaşırların oraya seriliyor olması.Ayrıca yapılan,reçeller,pestiller büyük sinilerde ,üzerleri bir tülbentle örtülüp güneşle buluşturuluyor.Altta ki bu dört göz oda gibi ama kapısız açıklıkların , benim için en değerli bölümü en sonda yer alanı.Çünkü orada bir odun ocağı var.Hani şu köylerde olan,belki de çoğu kişinin filimlerde gördüğü yanan odunların üzerine saç ayağı konulup da,üzerine altları isten kararmış büyük tencerelerin ya da su ısıtmaya yarayan kazanların oturtulduğu.Çamaşırlar burada alüminyum leğenlerde yıkanıyor.Bize de oyun çıkıyor tabii.O zaman anneannem sağlıklı ve nurlar içinde yatsın kendi deyimiyle neler neler yaptığı zamanları.
Evin içine gelince kocaman bir taş mutfak var.Yerler taş,ama bildiğiniz beton taş.Yine taştan kocaman bir lavabo,ucuna hortum takılı bir musluk.Buz gibi akan ama kireçli suyu.Mutfağın camı çok yukarıda,neredeyse tavana bitişik.Baktığı yer de sözünü ettiğim arkada ki beton dam.Nedense küçükkken geceleri tek başıma o mutfağa gitmeye korkardım hep.O camdan birisi bana bakacakmış gibi gelirdi.Birşey almaya gittiğimde koşarak gider dönerdim.Ama o mutfağı gündüzleri kurcalamak da en sevdiğim şeydi.Bu arada eski insanların bir duruşu,bir düzeni vardır ya,değiştiremeyeceğiniz.Anneannemde, dediği dedik,sıkı kuralları olan biraz da inatçı bir kadın rahmetli.Mutfakta çocukların herşeyi ellemesini istemez ama yine de birşey demezdi.O mutfakta çok ama çok sevdiğim,her yönden bakıp incelediğim bir eşya vardı.Bir tel dolap.Görenler bilir,bir kaç raftan oluşan,kapaklı ama tahta çerçeveye cam yerine tel takılmış bir tel dolap.Anneannemin hiç buzdolabı olmadı.Aslında ihtiyacı da olmadığından belki.Çünkü dışarısı 40 derece de olsa,evin içi klimalı gibi serin.Onun buzdolabı tel dolaptı.O dolabın içinde neler yoktu. Yemekleri,yoğurdu,peyniri ve tabii ki reçeli.Hiç bozulmadan mis gibi duran,hepsi gerçek ,hepsi doğal yiyecekler.Kaplar kalaylı bakır,Şimdi antika sayılanlardan.O tel dolabın benden çektiğini bir kendi bir ben bir de Allah bilir.Aç kapa yapardım durmadan.Halbuki,açmaya gerek yok ,çünkü telden ve içi görünüyor zaten.Fakat aç,açınca tabaktan bir şey ye,sonra yine aç yine ye.E be çocuk , yiyeceğin şeyi al rahat rahat yesene.Ama amaç tel dolabı açıp kapatmak.