Haytalya Tramisu Ballı Gemici Böreği Şeyh-ûl Mahşî Doyuran Pasta

Şeyh-ûl Mahşî

Ana Yemekler / 29 Haziran 2015

Son Yazılar

Gazozlu Tatlı

Şimdi Hazan mevsimi Ekim ayındayız.Yapraklar iyiden iyiye sararıp solacak.Ortalık bir renk cümbüşü olacak.Kışı ve Sonbahar’ı bütün güzelliği ile inşallah bir kere daha yaşayacağız. Sonra yine Yaz mevsimi gelecek bu böyle sürüp gidecek.Ne güzel sürsün işte.Çünkü sürdüğü sürece varız.Aksi malum zaten.Gazozlu TatlıSon iki postum yemek dışında yazılardı.Hemen eleştiriler geldi.Ama kötü eleştiri değil.Haydi artık yemek konuşalım yazışalım diye.Tamam o zaman dedim,Ramazan Ayı’n da yapıp resmini paylaşıp,tarifini vermediğim bu güzel tatlıyı sizlerle paylaşayım o zaman.

Bizim ev halkı  tatlıcı.Damaklar tatlıyı mutlaka arıyor akşamları.Bu tatlı hem çok bereketli hem de çok hafifti.Ancak tatlıya çok düşkün bir aileniz yoksa,yarım ölçü yapın.Çünkü bu ölçülerle koca bir tepsi oluyor.Bizde yenilip bitirildi gerçi.Mayalı hamurdan,ağızda dağılan ,öyle ekmek ekmek olmayan bir tatlı.İçindeki ceviz ve tarçın da hem damağınıza hem de koku alma duyunuza doğrudan etkili.

Pazartesi Sendromu

Pazartesi sendromu, bu cümleyi  5 yaşında ki çocuk da biliyor ve hayret vericidir ki kullanıyor bile. Pazar günü öğleden sonra başlayan bir iç sıkıntısı, keyifsizlik, hiçbir şeyden tat alamama, hafif bir sinir hali.

Pazartesi sendromu

Nedir bu pazartesi sendromu? Bence bu çağın herkes için kaçınılmaz sonucu. Koşturmaca, iş stresi, yaptığı işi sevmeme, iş yerindeki insanlarla anlaşamama, yaptığın işte kendini yetersiz hissetme, mecbur olduğun için yaptığın işi yapıyor olmak vs. Yani kısacası suçlu olan Pazartesi değil, yapılan iş.

Bakıyorum da  Pazartesi sendromu yaşayan bir ev hanımı yok. Aksine hafta sonu sendromu yaşayan hanımlar var. Neden? Çünkü bir ev hanımı için hafta sonu demek çalışan ev halkının tümünün evde olması demek, belki daha fazla misafir demek, her zamankinden daha fazla çamaşır, bulaşık ve yemek demek. Evin hiç toplu kalmaması demek. Pazartesi de ,bir ev hanımı için evde özgür olmanın ve işi kendine göre ayarlamanın keyfi demek . Demek ki suçlu olan günler değil o güne yüklenen anlam.

İşte o nedenle çalışan kesim için Pazar günü öğleden sonra başlayan mide ağrıları, sinir stres halleri. Bir suçluluk ve kendine acıma duygusu ile başlayıp huzursuz bir uyku ile geçirilen gece sonrası sabah kaderine razı olarak tutulan yol. Peki, her çalışan bu duyguyu yaşıyor mu? Yapılan araştırmalar sonucu, sevdiği işi yapan, yaptığı işten keyif alan insanlarda bu sendrom çok daha az yaşanıyormuş. Onların stresi sadece yapacakları işi sıraya koyma ve yetiştirmekten ibaretmiş.

Buradan ulaştığımız sonuç çok büyük bir kesim işini sevmiyor. Para kazanmak zorunda olduğundan, sevmediği bir işi yaparak ömrünü geçiriyor. Bu durumda ki insanlar hayatı, hafta sonlarını bekleyerek ve hayatını o iki, hatta bazı çalışanlar için de bir günlük hafta sonuna sığdırarak geçiriyor.

Böyle yaşamak doğru mu, bünye buna ne kadar dayanır o ,kişiyle alakalı bir durum. Çünkü insanları buna zorlayan da sahip oldukları standartlar. Kaba tabirle ne kadar ekmek o kadar köfte yani. Sorumluluğunuz ne kadar fazla ise stresiniz de onunla doğru orantılı. Değer mi diyeceğim ama diyemiyorum zira seçim meselesi.

Ben kendimden örnek verirsem, Pazar günleri sadece Pazartesi gününü düşünerek geçirdiğim bir gün olarak yaşanırdı. O gün ne gezmek ne uyumak ne evde vakit geçirmek hiç biri yapmak istediğim bir şey değildi. Ama niye? Yapım gereği aman boşver diyen bir dilim ve olduğu kadar olur diye düşünen bir beynim hiç olmadı. Yaptığım işin sorumluluğunu hep bilerek ve belki de fazlasıyla ciddiye alarak çalıştım. Her zaman aman bir şeyi atlamayayım, aman bir şey yanlış eksik olmasın, hatasız çalışayım düşüncesiyle hareket ettim. Bu da doğal olarak hem beyni hem de vücudu yoran bir durum.

Peki bu sendromdan kurtulmanın bir yolu var mı? Uzmanlar Pazar gününü, Pazartesiyi, yaptığınız işi düşünmeden geçirin diye öğütler vermişler. Ayrıca yedikleriniz ve yaptığınız aktivitelerde bu durumda etkili olabiliyormuş. Güzel bir film izlemek, keyif aldığınız pozitif düşünceli, neşeli insanlarla vakit geçirmek faydalı oluyormuş. Mutlaka oluyordur. Ama içinizde yanan bir ateş varsa ve zaman zaman o ateş sizin boyunuzu aşıyorsa kova ile dökülen su ateşi söndürebilir mi?

Gerçi şu da var ki rahmetli annem her zaman herkes kendi  kendinin doktoru olmalı, insan kendine yardım edemiyorsa başka biri asla edemez derdi.

O zaman geriye iki yol kalıyor. Ya pozitif insanlarla vakit geçirip kendinizi olaya alıştırıp, mümkün olduğunca, vücudunuzu hırpalamadan çalışma hayatınızı devam ettirmek ya da çok radikal bir kararla şu sayılı hayatta böyle yaşamak istemiyorum deyip sevdiğiniz işi yapma kararı alıp onun yollarını aramak.

Benim için artık çok geç diyorsanız da, yapmanız gereken, çocuklarınıza ve etrafınızdaki yeni iş hayatına girecek insanlara baskıcı olarak yaklaşmamak. Evet, parasız hayat asla yaşanmaz ama para var huzur ve mutluluk yoksa o paranın da değeri yok.

Haydi, bir düşünün bakalım sizin sendromunuz hangi seviyede?

Sevgiyle…

Fotoğraf internetten alıntıdır.

Kına Gecesi Geleneği

Kınayı küçüklüğümden beri severim.Hem kokusu hem görüntüsü çok hoşuma gider.Daha çok küçükken yazları annemle köye giderdik.Annemin amcasının hanımı Allah her ikisini de nurlar içinde yatırsın,Hacı Nine ellerimize kına yakardı.Öyle gelişigüzel avuçlarımızın içine koyar bir bezle bağlardı ellerimizi.Sabaha kadar yumruk şeklinde ellerim bağlı yatar,yattığım yerden ellerimden gelen kına kokusunu duyardım.KınaSabahı zor ederdim heyecandan.Gözümü açar açmaz ilk işim ellerimi yıkamak olurdu.Kuruyan kınayı çıkarmak öyle çok da kolay olmazdı.Ne güzel bir renk ve kokusu olurdu.Hacı Nine kınayı sırf suyla karmazdı ama ,içine yağ ve demlenmiş soğumuş çay da koyardı parlak ve daha kalıcı  olsun diye.Alışana kadar ellerimi açıp açıp bakardım.Sonra zaman içinde solar kaybolup giderdi kına.

Bazıları çok da sevmez kınayı.Kokusunu hoş bulmaz,görüntüsü çirkin gelir.Ben severim hala.Kına yakmak eskilerin en büyük süsüydü sanırım.Çünkü köyde genç gelinlerin hemen hepsinin elleri kınalı olurdu.Kınanın aynı zamanda bir şifa kaynağı olduğunu çok sonra öğrendim.Bir aile dostumuz hanım eşinin ayaklarına egzama için iyi geldiğinden kına sürerdi.Adamın ayakları çorapsızken bize çok komik gelirdi.Çocuğuz işte,bakıp dururduk .Düşünsenize kırmızı ayaklı bir erkek.

Kına büyük çalı şeklinde bir bitkinin ,yapraklarının kurutulup,toz haline getirilmesiyle elde ediliyormuş ve gerçekten Kuzey Afrika’da şifalı olduğu düşünülüyormuş.Gerçeklik payını bilemiyorum ama dökülen saçlar için de iyi geldiğini duymuştum.Zamanında saçıma Hint kınası sürdüğüm de olmuştur.Tabii sonu pişmanlıktı sakın denemeyin.

Kına yakmak gelenek ve göreneklerimizde yer alan bir uygulama.Hatta okuduğum bir makalede kına yakmanın sünnet sayıldığı, kadınların kınalı ellerinin ziynet değerinde olduğu yazıyordu.Ayrıca kına yakmanın sevinç mutluluk ve bir adanmışlığı ifade ettiği de yazıyordu. Kurbana yakılan kına ,o hayvanın Allah’a ,askere giden erkeklere kına yakmanın vatana ,geline yakılan kınanın da eşine ve olacak çocuklarına adanmışlığı anlattığını okudum.

Kimsenin bir şeye adanmışlığını doğru bulmuyorum,Allah’a adanmışlık dışında ama kınanın ifadesi de buymuş işte.Sevinç ve mutluluk nedeniyle yakılmasından olsa gerek ki argoda” kına yakarsın” deyimi de herkesçe bilinir ve kabul edelim yeri geldiğinde de kullanılır.:)

Bu konu nereden aklıma geldi,nereden çıktı merak ediyorsanız onu da anlatayım.İnci’m oğlunu evlendiriyor.Allah son iyiliği versin evlerini bereketli ve huzurlu kılsın inşallah.Dün gece kına geceleri vardı.Davetliydim ama gidemedim çünkü Ankara’lı Mühendisimin doğum günüydü.Ama bir gün önce İncim’le kına gecesi için cup cake yaptık.Daha doğrusu o kekleri yapmıştı ben de üzerinin kremasını hazırlayıp süsledim.Onun kına gecesi için yaptığı hazırlıkları gördüm. Kuru yemiş ve kına keseleri,kına yakınca ele takılan kırmızı güller,kırmızı tüllü taçlar daha bir dolu şey.O kadar özenerek ve heyecanla hazırlanmıştı ki.

İki erkek anası olarak ilgimi çekti.Kısmetse hayırlısıyla Allah bize de o günleri görmeyi nasip eder inşallah.Ama satın aldıklarına bakarken şaştım kaldım.Olay tam bir ticari malzemeye dönüşmüş.Piyasası Eminönü’nde baya bir çeşitte, alınacak bir dolu cazibeli ürün.Aslında belki de bir vedayı,  hüzünlü bir günü eğlenceye çevirmek için rengarenk şeyler.

Kına geceleri eskilerde düğünden bir gün önce kız için ,baba evine veda anlamında düzenlenen geceymiş.Bir çeşit ana kızın helalleşip ayrılması.O zaman, bu kız evinde sadece hanımlara yönelik yapılırken,zamanımızda modernize olup ,genellikle düğün salonlarında ya da daha küçük mekanlarda hem erkek hem kız tarafının bir arada yaptığı bir gece şeklini almış.

Kına tepsisini önceden seçilmiş tek evlilik yapmış,mutlu ve çocuklu birinin taşıyıp,kınayı onun yakması da adettenmiş.Bir de kına yakılacağı zaman, gelinin elini açmama olayı var ki,devreye kayınvalidenin girip de ,gelinin avucuna altını koyması ile sonlanan.Ben de hatırlıyorum ki ,benim evlendiğim yıllarda öyle puffy yorganlar değil de ,kaplanan pamuk yorganlar vardı.O yorganı da aynı özellikleri taşıyan bir bayana kaplatırlardı.

Kına gecesi gelini ağlatmak için söylenen ,bilinen türküler vardır.Günlük hayatta da çok dinleyip bildiğimiz ama belki de fazla etkilenmediğimiz türküler.Ama bu kına gecelerinde o türküler can yakar,iç acıtır.Bu türkülerinde genelde hepsinin ,anonim olduğunu da öğrendim bu arada.

Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler
Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim

Ya da;

Geline bak geline
Kına yakmış eline
Gelin kurban olayım
Senin tatlı diline
Kırat gemini gever
Düğün halkı seni öğer
Kızım kınan kutlu olsun
Söyle dillerin tatlı olsun

hepimizin bildiği türkülerdir.Hep kızlar için yapılan bir gece gibi de algılanmasın.Güvey kınası da devam eden adetlerden.Zaten eskiden evlenince sadece kızların baba evinden gittiği ,erkek evine de gelin geldiği düşünülüyormuş.Oysa ki günümüzde hem kız hem erkek gidiyor.Yani erkek kız ayrımı yok artık.

Allah bizlere evlatlarımızı en iyi şekilde yetiştirmeyi,onlara da hayırlı,başarılı, sağlıklı ve mutlu bireyler olup ,mutlu , huzurlu yuvalar kurmayı nasip etsin.

Bu tür geleneklerimizin kaybolmaması için elimizden geleni yapsak ne güzel olur.Çünkü bir toplum ,gelenek ve görenekleriyle  kültürel mirasa sahip oluyor.Yöresel yemeklerimiz gibi ,bu tip adetlerimizin de sürmesi dileğiyle.

Not:Resimler internetten alıntıdır.

Sevgiyle…

Cipsli Tavuk

Ne kadar farklı karakterde insanlar var bazen şaşırıp kalıyorum.Şu yaşıma geldim pek çok insanla karşılaştım,tanıştım,duydum ama hala yeni fark ettiğim türler var.Sadece kendisi ve kendi menfaatleri için yaşayan,akıllı olduğunu düşünen,çevresindeki insanları yok sayan ve anlatılamaz ölçüde bir özgüven ve egosu olan zavallı türler.Cipsli Tavukİş yerinde bizim departmanda bu türler için bir espri üretmiştik aramızda.Hani çok akıllı geçinip,karşısındakileri aptal yerine koyan bu tip insanlar için.İnsan kullanmayı huy edinmiş bir tür.Mesela karşısındaki insana diyelim ki kahve yaptıracak ”Canım en güzel kahveyi sen yapıyorsun,ben hiç öyle güzel yapamıyorum,haydi yine bir kahve yapsana içelim” karşıda bu sözleri duyan arkadaş da çok mutlu olup ,en güzel kahveyi ben yaparım düşüncesiyle kahveleri yapıyor.

Ne oldu şimdi?Uyanık olan ,güzel söze tav olanı kullandı.Bir kere şu canım lafını hiç sevmiyorum nedense.Ama tabii ki söyleyişe göre anlam yükleniyor kelimeye.Çocuğunuza canım derken,gönül teliniz titreyerek söylüyorsunuz ki bu söyleyişinizden anlaşılıyor, bir de diyelim ki evinize yardıma gelen bayana canım burayı sildin mi derken, o canım da hafif bir hor görme,biraz aşağılama ve küçümseme var.

Ben bu tip davranışlara tahammül edemiyorum.Bünyem kabul etmiyor.Gerçi bu tip davranışlara aldanmayacak yaştayım.Asıl sorun ,kime yapılırsa yapılsın rahatsızlık duyuyorum.

Arkadaş samimi ve dürüst ol kimi kandırıyorsun diyesim geliyor gelmesine de bazen de susuyorum.Netice de tecrübe kazanacak olana engel olmayayım diye.

Neyse bu konu uzun ve sinir bozucu.Yemeğimize gelince,tavuk tandır diye bir tanımlama yapmak istiyorum.